09 Temmuz 2023

Peyderpey gidiyor çocukluğumuz…

Özkan Uğur 
(17.10.1953-08.07.2023) 
🖤
Doğan Apartmanı çocukları Gökmen (Atılan), Aykut (Akalın), Filiz (Akalın) ve de Özkan Uğur, MFÖ'nün "Deli Deli Kulakları" küpeli şarkısının klibinde terasada, 1983.

29 Nisan 2021

Engin Yenal'ın hatırlı hâtırasına saygıyla...

Rasih Nuri İleri, Engin Yenal, Mehmet İleri, Semuh Adil
Mualla Anhegger Eyuboğlu’nun kırkı duasında
Doğan Apartmanı B Blok Daire: 24, 27.9.2009.
)O(




Doğan Apartmanı’nın avlusunda oynamakta olan bir çocuk, Engin (Yenal) Bey’i apartmana taşındığı o vakitler, balkonundan dalgalandırdığı Japon balıkları (Koinobori) misali hayatına katmış olduğu zarif renkli esintilerle her dâim hatırlayacak…🎏
Ailesi ve yakınlarına sabırlar dileğiyle,
Emine Çiğdem Tugay
)O(

Engin Yenal (193?-28.4.2021)

İlk ve orta öğrenimini doğduğu kent olan Bursa’da yapan Yenal, yüksek öğrenimini (1955-1961) İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimarlık Bölümü'nde tamamladı. Daha sonra ABD'nin Pittsburgh kentinde Carnegie Technology Institute’da “Urban Design" (Kentsel Tasarım) öğrenimi (1963-1964) gördü.

Meslekî yaşamına mimar olarak İsviçre’de Zürich’te (1961-1963) başladı. Daha sonra 1964-1966 yılları arasında yine İsviçre’de kentsel tasarımcı olarak çalıştı. Askerliğinin ardından İstanbul’daki bürosunda meslekî yaşamını (1966-1970) sürdürdükten sonra da 1974 yılına değin uluslararası proje çalışmaları için Zürich ve New York’ta bulundu.

1974'teki doktora çalışmasıyla akademik kariyerine başladı. İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi'nde görevliyken, 1977’de Kanada’nın Quebec kentinde bulunan Laval Üniversitesi Mimarlık Okulu'nun Türkiye programını kurdu. 1998'de Bursa’da Cumalıkızık ve Misi köylerini konu alan projelerin de hazırlandığı program; 2002 senesine kadar sürmüştür.

Bu arada Kanada ve ABD'de değişik üniversitelerde konferanslar verdi, akademik çalışmalara katıldı. Bu çalışmalar arasında en önemlisi 1986’da Ağa Han Mimarlık Programı'nın ABD'de Harvard ve MIT'de bulunan lisans üstü programına konuk öğretim üyesi olarak katılmasıdır. Yenal, Ağa Han Mimarlık Ödülleri'nde 1983 ve 1986 yıllarında iki kez “nominator” (ödüle aday proje seçici) görevinde de bulunmasının yanı sıra 1986 yılında Fas’ın Marakeş kentinde yapılan törende aday gösterdiği SSK yapılarının mimarı Sedat Hakkı Eldem adına ödülü alma onurunu da yaşadı.

Yenal’ın meslekî yaşamında çok önemli bir yeri olan dönem ise: 1994-1995 yılları arasında Bursa Büyükşehir Belediyesi'nde yaptığı başkan danışmanlığı görevidir. Erdem Saker’in başkan olduğu bu dönemde Yenal, meslekî ve akademik yaşamının tüm birikimlerini, deneyimlerini doğup büyüdüğü kentin hizmetinde kullandı. Uygulamalarına yönelik olarak yer aldığı projelerden birkaçı: Bursa 2020 Kentsel Gelişimi, Ulaşım Master Planı, Hafif Raylı Sistem, Gökdere Bulvarı, Kent Kütüphanesi, Anadolu Arabaları Müzesi, Fabrika-i Hümâyun Kültür Merkezi, Tayyare Kültür Merkezi ve benzeridir. Yenal ayrıca Bursa Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucu üyeleri arasında yer aldı; Gündem 21 kuruluşunda da değişik görevlerde bulundu.

AKADEMİK  ETKİNLİK VE ARAŞTIRMALAR

Yenal’ın akademik araştırmalarında mimarî mirasın korunmasına yönelik konularda olanları önemli bir yer tutar. Avrupa Konseyi'nin 1975 Avrupa Mimarlık Yılı kutlama törenleri Zürich hazırlık toplantısına katılan Yenal, o yıllarda ülkemizde pek bilinmeyen Anıt ve SİT kavramlarının tanımlanması ve yaygınlaştırılması yolunda daha sonra doçentlik  tezi olarak derlenecek akademik araştırmalarda bulundu, toplantılara katıldı. Bologna, Krems ve Graz kentlerinde yapılan uygulamaları yerinde gözlemleyen Yenal, izlenimlerini makale ölçeğinde çeşitli dergilerde yayımladı.

YAYINLAR

Yenal’ın kentsel tarihe yönelik araştırmaları, 1974’te İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü Şehircilik Kürsüsü'nde yaptığı doktora teziyle başlamaktadır. Tarihsel Perspektivde Ege Bölgesi Kıyı Kesiminde Yerleşme ve Kenkleşme Düzeni Evrimi konulu tezi yayımlanmamıştır.

1975’te (Birleşik Krallık) Leicester Üniversitesi'ndeki Urban History Group / Kentsel Tarih Araştırma Grubu'na da katılan Yenal’ın bu grubun araştırma ve çalışmalarına yönelik ilk katkısı: ABD'de Vance Bibliographies serisi içinde 1978’te yayımlanan: Ottoman City in Comperative Perspective / Karşılaştırmalı Perspektivde Osmanlı Kenti konulu bibliografyası sayılabilir.

ABD'de İngilizce olarak yayınlanan bibliografyanın genişletilmiş Türkçe baskısı ise1986’da TTOK (Türkiye Turing ve Otomobil Kulübü) tarafından Karşılaştırmalı Tarihsel Perspektivde 1453-1923, Osmanlı Başkenti ile İlgili Batı Kaynaklarından Seçilmiş Bir Kaynakça Denemesi başlığıyla yayımlanmıştır.

Yenal’ın akademik araştırmalarında 1975 sonrasında Osmanlı Kent Tarihi yazımına odaklandığı görülmektedir. Bursa ve İstanbul’u konu alan çok sayıda makaleden sonra kitap ölçeğinde katkıda bulunduğu yayımlardan ilki 1995'te İngilizce olarak hazırlanan Reflections of Paradise-Silks and Tiles from Ottoman Bursa (Cennetten Yansımalar-Osmanlı Bursa’sından İpekler ve Çiniler) olmuştur. Büyük boy (folio) olarak yurtdışında basılan bu kitap gerçek bir görsel şölen niteliğinde Osmanlı Bursa'sını tanıtmaktadır.

Derlediği Bursa konulu diğer bir kitap ise 1996’da yayımlanan Bir Masaldı Bursa'dır. Bursa’yı farklı  konularda çok yönlü ve çok kapsamlı olarak ele alan bu kitabın kentsel monografi türündeki yayımlara çağdaş boyutlarda öncülük  yaptığı söylenebilir.

2000 yılında ise kentsel tarih yazımında değişik yaklaşımlar sergileyen Bir Kent İstanbul: 101 Yapı kitabı yayınlanmış, 2011 yılında İngilizce olarak da basılmıştır.

Yenal’ın fotoğraf kullanımı öncesi Anadolu’ya gelen gezgin- çizerlerin özgün çizimlerini derlediği iki kitabının ilki 1998'de yayımlanan Jules Laurens’in Türkiye Yolculuğu ikincisi ise 2003’de yayımlanan Bir Zamanlar Türkiye'dir. Her iki kitapta da XIX. yüzyıl Bursa'sından belgesel nitelikli izlenimler görüntülenmiştir.

Yenal’ın Osmanlı Bursa’sını çağdaş yöntem ve yaklaşımlarla, her yönüyle ele alarak irdeleyen son iki kitabının ise 2012 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi'nce yayımlandığı görülüyor. Yapılı çevre ve yapıları özgün görsel belgeler eşliğinde yorumlayan bu kitaplar: Osmanlı (Baş)kenti Bursa ve Osmanlı Mimarlığı Erken Döneminde Bursa’da Yapıların Oluşumu'dur. Uzun yıllardır her iki konuda kapsamlı yayınlar yapılmadığı anımsandığında, bu kitapların Osmanlı kentini tanımada ne denli önemli olduğu belirginleşir.

 

13 Mart 2020

yine hep birlikte muhabbetle bugün, gözlerinin içi gülen o güzel "yüz"ünü görebileydik ah keşke!


Mualla Anhegger Eyuboğlu (13.3.1919-16.8.2009)

Doğan Apartmanı'nda karşı pencereden bu satırların yazarı Narmanlı Han doğumlu çocuğa, oğlu Bedri Rahmi'yle birlikte el sallaması hayal meyal hatırımda Lütfiye Nine'nin ve asıl durma bir sorarmışım anneme: "Anne, Mualla Teyze'nin annesi ölümsüz mü?" diye diye... Keşke ölümsüz olaydı Lütfiye Nine de küçük kızı Mualla Teyze ile Eyuboğlular'ın cümlesi de —hiç değilse cedleri Selâhaddin Eyyûbî'nin yüzü suyu hürmetine!

Doğan Apartmanı'nda karşı pencereden bu satırların yazarı Narmanlı Han doğumlu çocuğa, oğlu Bedri Rahmi'yle birlikte el sallaması hayal meyal hatırımda Lütfiye Nine'nin ve asıl durma bir sorarmışım anneme: "Anne, Mualla Teyze'nin annesi ölümsüz mü?" diye diye... Keşke ölümsüz olaydı Lütfiye Nine de küçük kızı Mualla Teyze ile Eyuboğluları'nın cümlesi de —hiç değilse cedleri Selâhaddin Eyyûbî'nin yüzü suyu hürmetine!

Doğan Apartmanı'nın avlusunda sabahtan akşama top peşinde koşan gürültü ordusunun yaman neferleri biz çocuklara düzenlediği "İstiklâl Marşı'nı Okuma Yarışması"yla gözümün önüne geliyor evvelâ Mualla Teyze'ye dair ilk hâtıralar... Mukimi olduğu B bloğun kapısının önünde bir diğer komşumuz emekli resim öğretmeni Sâim (Alpkurt) Amca'yla birlikte yarışmada ilk üçe girenlere —kaçıncı olduysam artık o vakit unuttum gitti şimdi, bu ödüllerin biri de bendenizdeydi— uçuk mavi zemin üzerine al bayraklı İstiklâl Marşı posterini hediye etmeleri...

Çok geçmeden emektârlarından Gülbeyaz Abla'yla —başka kim vardı başımızda ayrıca anımsamıyorum yoktu da galiba— henüz 3-4 yaşlarında yerden bitme sürü sepet bizleri anamız babamız burnumuzun dibindeki Galata Kulesi'ne dahi çıkartmamışken —ziyarete kapalı olduğu bir Salı günü olacak— Topkapı Sarayı'na götürmesi... Sıkı durun şimdi zira bundan sonra anlatacaklarım film vallahi!

Orta Kapı'dan (Bâbüsselâm) içeriye girdiğimiz o anda âdeta zaman makinesinde seyahatle zira kavuklar altında, kaftanlar içinde İkinci Avlu'da dolananlarla aniden kapılıverdik padişah hazretlerini ziyarete geldiğimiz zannına! Mualla Teyze'yi bildik bileli o kendine has giyim tarzıyla oldum olası bir Sultan'dı zâti! Rüzgâr gibi geçerken yanlarından saygıda kusur etmeksizin saraydaki görevliler de handiyse yerden temennâ ediyorlardı. Film çekiliyormuş meğer!

Bizim filmin bir sonraki sahnesiyse hakikaten de gerçeküstü amma ve lakin gerçek kere gerçek o da! Karanlık bir odada kapağı açık ışıklı bir vitrinin önünde, elinde Kaşıkçı Elması'nı tutan bir hanım Mualla Teyze'nin rehberliğinde bizlere göstermekte! Olur şey mi?! Birkaç sene evvel bu hâtıra canlanınca gözümde, birâderi aradıydım böyle bir şeyler hatırlıyor musun, yoksa ben mi uyduruyorum iyiden iyiye diye... Elbette hatırlıyorum, nasıl unutabilirim ki demesin mi?!

Mualla Anhegger Eyuboğlu (13.3.1919-16.8.2009), Rumeli Hisarı'nda, 1985.
Sevgili Çiğdem ve Serdar'a Mualla Teyzelerini 
unutmasınlar 
diye…
imzalamış vaktiyle Rumeli Hisarı'nda çekilmiş bu fotoğrafını...

Nasıl unutabiliriz ki Sevgili Mualla Teyzemizi...
 
Mualla Anhegger Eyuboğlu (13.3.1919-16.8.2009) ve Robert Anhegger (14.10.1911-27.3.2001) Doğan Apartmanı’nın çatısında, Beyoğlu, 1985.

İlkokulda verilen "ünlü bir kişiyle röportaj" ödevi için annemle birlikte soluğu kapısında almış idik. Hiç unutmam balkonlu salonun yemek masasında hayranlık uyandıran o sımsıcak sohbetini. Gel zaman git zaman annemle komşuculuklarının kızkardeşmişlercesine yakın bir dostluğa evrilmesi sayesiyle aralandıydı bize de bu hisseli hârikalar diyarının kapısı..

"Anne olmaya vakit bulamadıydım da Müjgân doğuruverdiydi benim yerime," derdi. Hakikaten de ne çok emeği var üzerimizde...

Sanmayın ki öyle kolay idi evinde yetişip de bir nevii evlâd-ı mâneviyesi olmak... Zinhar! Vaktiyle Kapalıçarşı'dan üç kuruş beş paraya aldıkları gaga ağızlı prehistorik testilerden Selçuklu ve Osmanlı'ya, Robert Amca'nın ailesinden yâdigâr Avrupa ve Uzak Doğu eserlerine değin türlü medeniyetlerden numunelerle ev değil müze!

Kapı çalınır koşar açarsınız, —kapının ardında asılı kilimin aralığında— karşınızda sazı omuzunda bir adam! "Ben" der "Anadolu'nun bilmem ne şehri, bilmem ne köyünden, âşık bilmem kimin oğlu âşık bilmem kim." Boğaz'a, Saray'a karşı baş köşeye buyur edilir, izzet-i ikram derken de saz söz alır saatleri... Kestiremez, servisi hangi takımla yapacağınızı usulcana soracak olursunuz az evvelinden de, kızılca kıyamet kopar o anda işte! "Vay efendim onu da bilmiyor da bana soruyorsan artık!" diye başlar fırtına... Yutkunarak dinler, fırtına dinince de servisi yapmak üzere mutfağa kaçar başlardım gizliden gizliye sessizce ağlamaya saklı bir köşede, en çok saydığım, sevdiğimden yediğim o zılgıtlar canımı acıta acıta —"senin işin gücün okumak yazmak" cenderesinde arkadaşlarım gelecek diye yıkadığım bir iki tabak yüzünden annemin koparttığı kıyamet ile idaresinin inisiyatifi verilmiş Mualla Teyzem'in evi arasında— öğrendim sayesinde her ne öğrenebildimse de...

Bir tekke gibiydi âdeta evleri... Her dâim dost muhabbetleriyle dolup dolup taşan... Doğum günleri, bayram ziyaretleri, iftar sofraları, Noel ve yılbaşı kutlamalarına Sevgili Nezih Uzel bendir ve ilahileriyle, TÜMATA Müzik Topluluğu otantik kıyafetleri içerisinde müzik ve danslarıyla eşlik ederlerdi. Tacettin Diker'in Karagöz-Hacivat oyununu seyir ise biz çocuklar için bayramdı hiç şüphesiz ki! Yoldan geçen bir garibanı olduğu gibi Galata Mevlevihanesi'nde yurtdışından bir tıp kongresi için gelmiş hiç tanımadığı yaklaşık yüz kişilik heyeti de semâ ayininin hitamında evine çaya davet ediverirdi.

Ara sıra hayatta yaptığı en büyük hatanın hiçbir vakit kendisiyle bağdaştıramadığı haliyle de bir türlü alışamadığı emekliye ayrılmış olmaklığını ifade ederdi usulcana ki pek az çıkardı evinde mükemmelen kurguladığı dünyasından dışarı... Konferanslar yanı sıra Müller-Wiener misal dostları için tertiplenmiş anma etkinlikleri, Topkapı Sarayı ve Galata Mevlevîhânesi gezileri, mezar ziyaretleri...

17 Nisan'lar ise istisna! Köy Enstitüleri'nin kuruluş yıldönümü olan 17 Nisan'larda tertiplenen kutlamalara katılırdı mutlaka! Bir defasında Muammer Karaca Tiyatrosu'nda salon tıklım tıklım, tam aldıydık yerlerimizi ki konuşmalar başladıktan neden sonra bir gümbürtüyle salonun kapısı açılıverdi! Davudî bir ses karanlıkta öksüre aksıra söylendikçe söylenmede! Zeus Tanrı da şimşekleriyle geldi zaar diye geçerken içimden yanıbaşımda Can Yücel! Kalktım yer verdim derhal! Mualla Teyze'den de uzağa düşmemek için hemen yanlarındaki merdiven basamağına oturuverdim. Can Baba aldırmaksızın konuşmacılara, dönüyor yüsek sesle teşekkür ediyor yer verdiğim için bana; o kadarla kalsa iyi, evlenme de teklif ediveriyor o arada! Cevabı beklemeksizin de "neden benim gibi bir adamla evlenesin ki" diye yaman bir suali daha yapıştırıveriyor peşi sıra! O mahçup taze halimle yer yarılsa da Hades'e gitsem razıyım o anda! Neyse renkten renge çalan yüzümü karanlıkta da olsa seçmiş olacak ki acıyor halime, bu defa da dönüyor yüzünü sahneye... "Bilmem kim amma da uzattın be lafı, babam da hiç sevmezdi çok konuşanları!" Az sonra Mualla Teyze'nin konuşma sırası geliyor, iniyor sahneye masada yerini alıyor! Tepeliği, yerlere kadar uzun elbisesini süsleyen mercanlı gümüş takıları, kadife pelerini o güzeller güzeli de çok geçmeden salonda gürleyen sesten alıyor nasibini! "Mualla! Mini etek giyeydin bari de...!" Babasının doğumunda Kur'ân-ı Kerim'in arka sayfasına "Hallâk Allahu belâ / Fî sûret-i Muallâ" [Belâyı Allah Muallâ sûretinde yarattı] diye düştüğü tarih misali kalır mı hiç bu lafın altında Mualla! "Seni bacaksız seni, gelmeyeyim oraya kırarım o bacaklarını senin şimdi!"


Mualla Teyze'nin aramızdan ayrılışını bir türlü kabullenememekten ve/ya onu ifade etmekte hep eksik kalacağı çekincesiyle —nicesini bir başka sefere bırakarak yine biçare— ona dair hâtıraları yazmak pek güç geliyor hâlâ... Değil mi ki... (Söyleşi: Tûbâ Çandar), Hitit Güneşi Mualla Eyuboğlu Anhegger, İstanbul (2003).* künyeli kitabı Eyüp İstanbul Görme Engelliler Merkezi'nde banda okumak suretiyle hatırlı hâtırasını seslendirmekken arzum, pek de kolay olmadıydı okumak doğrusu… Ekseriya ya sesim titredi ya başladım ağlamaya —sen de Bedir Ağabeyim gibisin demezdi boşuna— haydi sar geriye sil baştan… 20 Şubat 2018’de başladıydım okumaya da bir güzel tesadüfle 99. doğum gününde de seslendirmişken, bina aylarca süren tâdîlât ve tâmîrata girince haliyle de okumalara verilmişti ara, 24 Temmuz’da kaldığım sayfadan devamla 31 Temmuz günü de aynı minval derken kitabın hitamında:
…Ten fânidir can ölmez
Çün gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür
Canlar ölesi değil…


_________________* Sizlerin de okumanız tavsiyesiyle...

(Söyleşi: Tûbâ Çandar), Hitit Güneşi Mualla Eyuboğlu Anhegger, İstanbul (2003).

Hitit Güneşi'nin adı Mualla Eyuboğlu'dur. Cumhuriyet'in kuruluş yıllarındaki eğitim seferberliğinin simgesi olan Köy Enstitüleri'nin mimarı. Başta Rumeli Hisarı ve Topkapı Sarayı Harem Dairesi olmak üzere sayısız tarihi eserin restoratörü. Anadolu, Rumeli ve İstanbul'daki Osmanlı mirasını günümüze taşımakla geçen asırlık bir ömrün canlı anıtı…

Hitit Güneşi aynı zamanda da Türk Aydınlanması'nın öncülerinden Sabahattin Eyuboğlu ile ressam ve şair Bedri Rahmi Eyuboğlu'nun kız kardeşidir. Alman Türkolog ve tarih araştırmacısı Dr. Robert Anhegger'in de eşi…

Onun zengin hayatından süzülmüş anılarının eşliğinde, geçmişi bugüne taşımaya çalıştık birlikte.

"Köy Enstitüleri yüzünden adımızı komüniste çıkardılar.
Mevlevi şeyhleriyle dostluğumuzdan dolayı gericiye.
Her boyaya boyandık anlayacağın. Hepsine de gülüp geçtik.
Sabahattin Ağabeyimin dediği gibi, bizden memleketi sevmek…
Gerisi boş…"

Mualla Anhegger Eyuboğlu (13.3.1919-16.8.2009), Doğan Apartmanı Çocukları Resim Sergisi’nde, 1994.



Dünyaya geldiğim Narmanlı Han’da Bedri Rahmi'nin atölyesinden, çocukluğumun gençliğimin geçtiği Doğan Apartmanı’na —bizleri hayat yolunda karşılaştığımız tüm varlıklarla sevgi ve saygı içinde birlikte yürümeye teşvik eden— asil yürekli can komşumuz, —kundağının açılmasından tam yirmi dört yıl sonra köyü Aziziye'nin gecesini vardığı cipin motorundan ürettiği elektrikle aydınlattığı gibi hayatı boyunca da çevresindekilere "Hitit Güneşi" misali ışık saçan— benzersiz insan, anne yarısı Mualla (Anhegger Eyuboğlu) Teyzemiz'in 100. doğumgünü bugün, kutlu olsun!

Şimdi diyeceksiniz ki iyi güzel de bu yazının Adalar Postası'nda işi ne?! Evet bir gün dahi birlikte Adalar'dan herhangi birine gitmedik Mualla Teyze'mle, hiç bahis de etmediydik sanki, haliyle Adalar'a dair birlikte bir tek hâtıra olsun yok belleğimde amma ve lakin hiçbir kurum ve kişiye bağlı olmaksızın "ADALAR POSTASI aslında hiç kimse… aynı zamanda siz… herkes… hepimiz…! Gerçekte 1 Nisan 2005’ten beri sanal âlemde bir haberleşme ağıysa sadece", hayatımıza araladığı o kapı, açtığı pencereyle bakış açımıza, mesleğimizden iş ve iştigalimize, doğal ve kentsel değerlerin korunmasına dair duruşumuzla seyrüseferimize değin cümlesi —hayatlarına değdiği nicesi misali— hilafsız Mualla Teyze sayesiyledir! 100. doğum günü hasebiyle şükran ve minnetle 1001 teşekkürlerimizle...

Bir kızılgerdan penceremizin önünde daldan dala konarak yazının bitmesini bekliyor olacak telaş ve heyecan içinde... Sahi akşamüzerleri ebâbiller konardı Robert Amca'nın çalışma odasında masasının ardındaki penceresinin panjuruna da mutlu mesut seyrederdik hep birlikte...
Sabahattin Eyuboğlu’nun (1908-13.1.1973) kızkardeşi Mualla Anhegger Eyuboğlu’na (13.3.1919-16.8.2009) Paris'ten yazdığı tarihsiz bir mektupla aziz hâtırasına hürmetle hasretle selâm olsun…
)O(
Paris, tarihsiz

Bacım nerdesin
Ben seninle türkü söylerim, sen neylersin?
Madem beraber sevmişiz dünyayı
Almış başını nereye gidersin
Dün yollarda aradım seni
Dedim acep şimdi Melanur
Nerelerde ne düşünür
Oturduk bir kahveye beraber
Bir tuhaf yeller esti başımdan
Dört bir yanım kalabalık
Ben sudan çıkmış bir balık
Dünyanın hali gibi duman başım
Bir de baktım kırk yaşıma girmişim
Bir mahzunluk çöktü içime
Sonra ışıklı yüzün geldi karşıma
Geceler hatırladım, telli pullu
Odalar pencereler yeşil boyalı
Köyler hatırladım Mualla bacılı
Tirenler, tıkabasa dert dolu
Sonra bir garip kavak ağacı
Suratsız beton duvarların ortasında
Ben diyeyim Ferhat'ın ahı
Sen de Karacaoğlan'ın Elif'i
Derken Enstitülerden açmışız lafı
Bacım inat ben inat
Susabilirsen sus, yatabilirsen yat
Hoş gör derim, hoş görmez
Boş ver derim, boş vermez
Sevdikçe kızar, kızdıkça sever
Bir de doldu mu gözleri, ver Allahım ver…
Şaka bir yana
Az şeyler görmedik seninle
Gördük nasıl olurmuş Ankara’da
Ev kurması, tohum atması, umut kırması
Gördük nasıl yermiş Hasanoğlan
Nasıl belli değilmiş satan satılan
Nasıl yeşerirmiş insan
Ve nasıl biçilirmiş
Şöyleydi böyleydi ama
O kara, bu kara, bu az, şu azdı ama
Beyazdı bacım, beyaz
Hasanoğlan'da gece
Diri diri yeller estikçe
Bir güler yüz
Bir çift anlayışlı göz
Şevk doldururdu içimize
Bir acayip tadı vardı dağların yıldızların
Bir rahatlık inerdi akşamları
Kırık dökük taşların
Yarım yamalak işlerin üstüne
Ama bakma böyle konuştuğuma
Umutlarım yine umut
Kadir kıymet bilinmezmiş bilinmesin
Kara leke silinmezmiş, silinmesin
Bizden memleketi sevmek
Üst yanına boş vermek gerek
Kolay mı köyün kaderini değiştirmek
Olagelen yine oldu
Bir gül açtı soldu
Aslını ararsan dünya bozuldu
Daha da aslını ararsan işin içinde iş var
Geri geri gidiyor ki dünya uzun atlasın
Sular bulandıkça bulandı, durulacak
Kötülerden hesap sorulmadı, sorulacak
Altın buzağı daha yorulmadı, yorulacak
Bizde sınıf mınıf yok malum
Hürriyet, müsavat, uhuvvet hepsi tamam
Ama buralarda anlaşıldı ki gayrı
Zenginle fakirin dünyaları ayrı
Zenginin işi gücü hak yemek
Fakirinse bütün derdi ekmek
Zengin der: Sana insan hakları verdik, daha ne istersin
Fakir der: Onlar senin olsun, ben kendi hakkımı isterim
İlkin herkese ekmek, su, ilaç
Ondan sonra sen ne dükkânı açarsan aç
Geç anladık ama anladık ki nihayet
Uğrunda senin değil, yine bizim öldüğümüz
Hürriyet, adalet, müsavat
Kuru laftan ibaret
Hayrını görmedik senin düzenlediğin dünyanın
Duvarlar ördün önümüze kalın kalın
Biz çalışalım sen yat
Biz dövüşelim, sen fink at
Yeter gayrı nutuk, merhamet, sadaka, hediye
Hakkımızı yeme de ne yersen ye
Kimi zengin anlamış Hanya'yı, Konya’yı
Bakmış ki bu fikir sararsa dünyayı
Post, dost, ruh, beden
Cümlesi gidecek elden
Bir yandan askerleri besliyor, bir yandan papazları
Evet, hürriyet dedik ama diyor
Mala mülke dokunmamak şartiyle
Müsavat dedik, dedik ama
Paradan gayrı işlerde
Uhuvvete gelince, uhuvvet
Yani, hani, sankim, demek isterim
Cümlemiz Allah'ın kulu, evet kulu, ama velakin
Öyleleri de var ki nasıl kardeş dersin?
Velhasılı Melanur
Bu minval üzere konuşulmaktadır
Bütün bunların en tuhafı
Fukara dostu İsa’nın
Zenginlerin elinde alet olması
Kalktım penceremi açtım
Yaz günleri geldi bacım
Bir telaştır almış fukara serçeleri
Beyaz bir bulut yaslanmış karşı dama
Bahçede bir adam kötü kötü düşünüyor
Ben içimi dökerken bacıma
Sarmaşıklar uzanmış odama
Bir de kahve olsa deyme keyfime
Kahve dedim de aklıma geldi
Geçen gün kahvede bir mimar bak ne dedi:
Bazan utanıyorum mesleğimden
Çok defa yaptığımız iş
Rahat etmiyesileri rahat ettirmek
Yapmak değil, belki yıkmak gerek
Sağa dön para, sol dön para
Büyük evler yaptık küçük adamlara

İşte dedim bizde çalışacak mimar
O gün bugündür çirkin geliyor bana güzel saraylar
En güzelinden dahi nefret
Nihayet gösterişten ibaret
Evsiz barksız insanlara inat

Deyip keselim gayrı
Herkesi öp benden ayrı ayrı
Ve mektup yaz
Yaz ki çabuk geçsin Yaz
Sonbaharda balkondayım seninle
Hazır ol geceler gecesi konuşmağa

Abey

Mehmet Başaran, Sabahattin Eyuboğlu ve Köy Enstitüleri (Tonguç'a ve Yakınlarına Mektuplarıyla), İstanbul (1990)61-65.


“Yine Hep Birlikte Muhabbetle Bugün, Gözlerinin İçi Gülen O Güzel ‘Yüz’ünü Görebileydik Ah Keşke!”, Adalar Postası-2896 (13.3.2019).
wp.me/s2Emvm-2896

künyeli bu yazı Mualla Anhegger Eyuboğlu'nun 100. doğum günü olan 13 Mart 2019 tarihinde Adalar Postası'nda yayımlanmıştır.
)O(

#MuallaAnheggerEyuboğlu #101yaşında
 

 

16 Ağustos 2017

Nasıl unutabiliriz ki Mualla Teyzemizi...

Mualla Anhegger Eyuboğlu (13.3.1919-16.8.2009) ve Robert Anhegger (14.10.1911-27.3.2001) Doğan Apartmanı’nın çatısında, Beyoğlu, 1985. Emine Çiğdem Tugay Albümü. 

"Sevgili Çiğdem ve Serdar'a 
Mualla Teyzelerini 
unutmasınlar 
diye…" 

imzalamış vaktiyle Doğan Apartmanı’nın çatısında Robert Amca'yla birlikte çekilmiş bir fotoğraflarını...

Nasıl unutabiliriz ki Sevgili Mualla Teyzemizi...

"Anne olmaya vakit bulamadıydım da Müjgân doğuruverdiydi benim yerime," derdi. Hakikaten de ne çok emeği var üzerimizde...

Sabahattin Eyuboğlu’nun (1908-13.1.1973) kızkardeşi Mualla Anhegger Eyuboğlu’na (13.3.1919-16.8.2009) Paris'ten yazdığı tarihsiz bir mektupla* aziz hatırasına hürmetle hasretle selâm olsun…

Emine Çiğdem Tugay
)O(

・・・
Paris, tarihsiz

Bacım nerdesin
Ben seninle türkü söylerim, sen neylersin?
Madem beraber sevmişiz dünyayı
Almış başını nereye gidersin
Dün yollarda aradım seni
Dedim acep şimdi Melanur
Nerelerde ne düşünür
Oturduk bir kahveye beraber
Bir tuhaf yeller esti başımdan
Dört bir yanım kalabalık
Ben sudan çıkmış bir balık
Dünyanın hali gibi duman başım
Bir de baktım kırk yaşıma girmişim
Bir mahzunluk çöktü içime
Sonra ışıklı yüzün geldi karşıma
Geceler hatırladım, telli pullu
Odalar pencereler yeşil boyalı
Köyler hatırladım Mualla bacılı
Tirenler, tıkabasa dert dolu
Sonra bir garip kavak ağacı
Suratsız beton duvarların ortasında
Ben diyeyim Ferhat'ın ahı
Sen de Karacaoğlan'ın Elif'i
Derken Enstitülerden açmışız lafı
Bacım inat ben inat
Susabilirsen sus, yatabilirsen yat
Hoş gör derim, hoş görmez
Boş ver derim, boş vermez
Sevdikçe kızar, kızdıkça sever
Bir de doldu mu gözleri, ver Allahım ver…
Şaka bir yana
Az şeyler görmedik seninle
Gördük nasıl olurmuş Ankara’da
Ev kurması Gördük nasıl yermiş
Hasanoğlan Nasıl belli değilmiş satan satılan
Nasıl yeşerirmiş insan
Ve nasıl biçilirmiş
Şöyleydi böyleydi ama
O kara, bu kara, bu az, şu azdı ama
Beyazdı bacım, beyaz
Hasanoğlan'da gece
Diri diri yeller estikçe
Bir güler yüz
Bir çift anlayışlı göz
Şevk doldururdu içimize
Bir acayip tadı vardı dağların yıldızların
Bir rahatlık inerdi akşamları
Kırık dökük taşların
Yarım yamalak işlerin üstüne
Ama bakma böyle konuştuğuma
Umutlarım yine umut
Kadir kıymet bilinmezmiş bilinmesin
Kara leke silinmezmiş, silinmesin
Bizden memleketi sevmek
Üst yanına boş vermek gerek
Kolay mı köyün kaderini değiştirmek
Olagelen yine oldu
Bir gül açtı soldu
Aslını ararsan dünya bozuldu
Daha da aslını ararsan işin içinde iş var
Geri geri gidiyor ki dünya uzun atlasın
Sular bulandıkça bulandı, durulacak
Kötülerden hesap sorulmadı, sorulacak
Altın buzağı daha yorulmadı, yorulacak
Bizde sınıf mınıf yok malum
Hürriyet, müsavat, uhuvvet hepsi tamam
Ama buralarda anlaşıldı ki gayrı
Zenginle fakirin dünyaları ayrı
Zenginin işi gücü hak yemek
Fakirinse bütün derdi ekmek
Zengin der: Sana insan hakları verdik, daha ne istersin
Fakir der: Onlar senin olsun, ben kendi hakkımı isterim
İlkin herkese ekmek, su, ilaç
Ondan sonra sen ne dükkânı açarsan aç
Geç anladık ama anladık ki nihayet
Uğrunda senin değil, yine bizim öldüğümüz
Hürriyet, adalet, müsavat
Kuru laftan ibaret
Hayrını görmedik senin düzenlediğin dünyanın
Duvarlar ördün önümüze kalın kalın
Biz çalışalım sen yat
Biz dövüşelim, sen fink at
Yeter gayrı nutuk, merhamet, sadaka, hediye
Hakkımızı yeme de ne yersen ye
Kimi zengin anlamış Hanya'yı, Konya’yı
Bakmış ki bu fikir sararsa dünyayı
Post, dost, ruh, beden
Cümlesi gidecek elden
Bir yandan askerleri besliyor, bir yandan papazları
Evet, hürriyet dedik ama diyor
Mala mülke dokunmamak şartiyle
Müsavat dedik, dedik ama
Paradan gayrı işlerde
Uhuvvete gelince, uhuvvet
Yani, hani, sankim, demek isterim
Cümlemiz Allah'ın kulu, evet kulu, ama velakin
Öyleleri de var ki nasıl kardeş dersin?
Velhasılı Melanur
Bu minval üzere konuşulmaktadır
Bütün bunların en tuhafı
Fukara dostu İsa’nın
Zenginlerin elinde alet olması
Kalktım penceremi açtım
Yaz günleri geldi bacım
Bir telaştır almış fukara serçeleri
Beyaz bir bulut yaslanmış karşı dama
Bahçede bir adam kötü kötü düşünüyor
Ben içimi dökerken bacıma
Sarmaşıklar uzanmış odama
Bir de kahve olsa deyme keyfime
Kahve dedim de aklıma geldi
Geçen gün kahvede bir mimar bak ne dedi:
Bazan utanıyorum mesleğimden
Çok defa yaptığımız iş
Rahat etmiyesileri rahat ettirmek
Yapmak değil, belki yıkmak gerek
Sağa dön para, sol dön para
Büyük evler yaptık küçük adamlara

İşte dedim bizde çalışacak mimar
O gün bugündür çirkin geliyor bana güzel saraylar
En güzelinden dahi nefret
Nihayet gösterişten ibaret
Evsiz barksız insanlara inat

Deyip keselim gayrı
Herkesi öp benden ayrı ayrı
Ve mektup yaz
Yaz ki çabuk geçsin
Yaz Sonbaharda balkondayım seninle
Hazır ol geceler gecesi konuşmağa

Abey

_______________* Mehmet Başaran, Sabahattin Eyuboğlu ve Köy Enstitüleri (Tonguç'a ve Yakınlarına Mektuplarıyla), İstanbul (1990)61-65.

05 Nisan 2014

çiçekli bahçede iki çiğdem bir de gül...

Fotoğraf: Saim Alpkurt, "(soldan sağa) Çiğdem Atsız, Çiğdem Demir, Gül Atsız", Doğan Apartmanı Avlusu Çiçekli Bahçe (1978), Çiğdem Atsız Albümü'nden. 

Geçen sene üst üste bir değil iki kere bilgisayarım göçüverince darma duman olanlar arasında Mail programı ve dahi adresler de derken türlü hengâmede yerli yerine oturamadı bir türlü ne yazık ki eski düzenim…! Bu sabah çoook uzun bir aradan sonradır ki -geçenlerde Doğan Apartmanı'na inen Şahkulu Bostan Yokuşu'nda Yıldırım Abi'ye (Demir) tesadüfle ayaküstü sohbette akla geldi zaar- yahu sahi dogan.da.cocuk@gmail.com adresli bir posta kutusu da vardı derken açtığım anda şimdiye değin hiç görmediğim bir çocukluk fotoğrafımız çıkıvermesin mi karşıma üstelik de Doğan Apartmanı avlusunda…! Sevinç ve heyecandan hilafsız zıp zıp zıpladım yerli yerimde…! 

Doğan Apartmanı A Bloğu'nun 4. katında 12 numaralı dairenin evvel zeman mukimlerinden sevgili arkadaşımız "Büyük" Çiğdem'in (Atsız), 25 Temmuz 2013'te gönderdiği mektubunun ekindeki bu güzel hatırayı anca paylaşabiliyorum sizlerle kusura bakılmaya...

C Bloğu'nun 1. katındaki o penceresinden Saim Amca tarafından -bugüne değin hiç görmediğim- bu fotoğrafın çekildiği o an geliverdi bir an gözümün önüne… Hafızam mı yanıltıyor şimdi beni yoksa Saim Amca bir yastık da koyar mıydı penceresinin içine muhabbetle avluyu seyirlerinde… Ne çok severlerdi çocukları… Biri İngilizce diğeri resim öğretmeni… Münire Teyze ile Saim Amca selâm olsun onlara… 

Ve Sevgili "Büyük" Çiğdem ne denli teşekkür etsem az sana sayende gittikçe uzaklaşan hatıralar yanı sıra anca albümlerdeki fotoğraflara aşinalıkla kurguladığım çocukluğuma açılan yeni bir pencere adeta… 

Bu arada gelen mektuplarıyla Ilgaz Kuruyazıcı ve Atakan Safi de yine yeniden bizlerle Doğan Apartmanı avlusunda…

Haydi Sevgili Doğan Apartmanı çocukları alın topunuzu, lastiğinizi, holihopunuzu da oynamaya inin avluya…

Sevgi ve selâmla,

"Küçük" Çiğdem
)O(



27 Ocak 2011

kardeşimi çingeneler mi çalmış?...


Evvel zeman içinde kalbur saman içinde Doğan Apartmanı'nın C Blok 3. katı 33 no'lu dairesinde mukim bu satırların yazarı (Emine Çiğdem Demir) ve kardeşi (İsmail Serdar Demir), kuzinleriyle birlikte kendilerinden geçmiş bir vaziyette günün birinde vur patlasın çal oynasın neviinden balkonlu odanın yanındaki salonda, evin eşyasından aynalı bir büfenin önündeki aslan ayaklı masasının etrafında ayaklarındaki sabolarla dönüp durmakta, üstelik de sırası gelen masanın üzerine çıkıp atlamaktayken... Her nasılsa bu azgınlıktan bitap düşüp uyuya kaldıktan neden sonra... Dön dolaş aran taran Serdar yok ortada! Annem (Müjgân Demir) ameliyat hemşiresiydi ya o vakitlerde anlaşılan yine hastahanede... Eve gelen bakıcılar da türlü galeyan, hezeyan ve harekatla tarafımızdan itinayla savuşturulduğundan olsa gerektir yine Pakize (Coşar) Teyzem'e emanetiz cümlemiz...

Teyzem aklını yitirecekti az daha... Dön dolaş aran taran Serdar yok ortada! "Serdar! Serdar!..." haykırışları kulağımdadır hâlâ... Öylesine aklı başından gitmiş olmalı ki bir ara pencereden aşağı avluya da bakmış aşağıya mı düştü yoksa diye! Halbuki hafızam beni yanıltmıyorsa şayet arkadaşımız Ilgaz (Kuruyazıcı) —Sahi 'Ilgaz, sen Anadolu'nun yüce bir dağısın' da arayıp taradık bulamadık bir türlü mail adresini, bilen tanıyan varsa bildirsin emi— başına bir kadın çorabı geçirilmiş halde —televizyonda bir filmde öyle görüp örnek almş olmalıyız, sadece başına da değildi galiba dört bir yanına— tuvalet kapısının, Serdar ise bilmem hangi dolabın ardında! En nihayetinde çıkınca ortaya yer misin yemez misin!

Ertesi gün anneannem (Emine Akdoğan) komşumuz Mürvet Hanım Teyze'ye tüm bu olup bitenleri yüksek sesle anlatmaya çalışırken, tam tamına 2 kat altımızda oturan neredeyse duvar gibi sağır Mürvet Hanım Teyze, bizden gelen curcunanın seslerinden (!) şikâyet ettikten sonra Anneannem'in, kardeşim Serdar'ın kaybolduğunda Teyzem'in o şaşkınlık ve korkuyla yoksa pencereden mi düştü telaşıyla aşağıya avluya bakıp da 'Aşağıda yok!" dediğini anlatması üzerine ne dese beğenirsiniz: "A aaaa çocuk musun, durur mu hiç avluda ayol çingeneler çalmıştır zaar!..." :)

Boyumuzu aşan çepeçevre balkon tellerinin üzerinden yine evin kap kacak eşyasından birini avluya fırlattığımızı sanmış olacak! Sevgili Dostumuz Selah Özakın'ın dediği gibi... "Seni anca anladım Müşerref Hanım Teyze..."  misali...

Geçmiş zeman olur ki hâyâli...

Ada sahillerinden selâm ve sevgi,

Emine Çiğdem Tugay'dan
)O(

25 Ocak 2011

botton birâderler'in evlâdı da bir dem bu avludaydı...

Vapurlarımızı Vermiyoruz! kampanyası için kolları sıvadığımız o günlerde (Temmuz 2005) kampanyaya verdiği can-ı gönülden destekle yoldaşımız aynı zamanda da dostumuz olan Cemal Beşkardeş'in 10 parmağında 10 marifet ve dahi 1001 uğraşı içinde derken günün birinde yurtdışında şimdi unuttum bilmem nerede katıldığı bir toplantının öğle yemeğinde yanında oturan bir beyefendiyle havadan sudan açtıkları sohbette söz dönüp dolaşıp da "Nerelisiniz?"e gelince... Cemal Bey, "İstanbulluyum," cevabını verir vermez diğer Beyefendi, "Ben de İstanbulluyum," demesin mi? 

Peki ama nasıl? Portekiz nire? İstanbul nire? Şimdi haklı olarak merak edip soruyorsunuzdur zaar siz de... Peki ya bu zat-ı muhteremin bizlerle, Doğan Apartmanı ve çocuklarıyla acep âlâkası ne? 

Şöyle... 

Efendim meğer Cemal Bey'in o günkü yemekte yanında oturan Beyefendi'nin dedesi, Botton Han'ın (Doğan Apartmanı) vaktiyle sahiplerinden olan Mair Botton imiş! Hani Şubat 1919’da Helbig vârislerinin izâle-i şüyû talebiyle İstanbul İcra Dairesi’nin açık artırmasıyla Helbig Apartmanları'nı (Doğan Apartmanı) satın alıp da 27.9.1929’da binayı 18.800 sterlin bedelle Selânik Bankası’na ipotek ettiren Botton Biraderler, Selânik’te sigara kâğıdı matbaası sahibi ve ithalatçısı Mair de Botton Efendi ve müteahit David de Botton Efendi...

Cemal Bey, İstanbul'a döner dönmez ilk iş heyecanla bendenizi aradı böylelikle... Kulaklarıma inanamadım! Sevinçten yerimde zıp zıp zıpladım! :)

Ve derken günün birinde (13.6.2008) Paulo Botton, nişanlısı hanımefendiyle birlikte çıka geldi! Tünel'de buluşup eski Evlendirme Dairesi'nin yokuşundan aşağıya doğru koşar adım Doğan Apartmanı'nın yolunu tuttuk hep birlikte... (Canan Barım Alioğlu, Cemal Beşkardeş, Paulo Botton ve nişanlısı hanımefendi, Emine Çiğdem Tugay)



Yol boyunca meraklı gözlerle hangi bina büyükbabamındı diye bakınıyordu ki Serdar-ı Ekrem Sokak'ta sağ kolda bir evin kapısına doğru yönelip de yoksa bu muydu derken 


karşı sırada diğerinin yanında adeta bir heyyula gibi duran Doğan Apartmanı'nı işaret ettiğimizde gözlerine inanamayarak şaşkınlıktan bayılacaktı az daha!
Apartmana, avluya girişimizi görmeliydiniz mutlaka...





Sıcak mı sıcak bir gün... Başı dönercesine avluyu çepeçevre aşağıdan yukarıya yukarıdan aşağıya sağdan sola soldan sağa hayranlıkla inceledikten sonra çiçekli bahçedeki banklara oturup başladık bir güzel sohbete... 






Paulo Botton'un babası ve hala ve amcaları vaktiyle bizlere dahi taş çıkartacak raddede yaramaz olduklarındandır ki sırf avluya oynamaya indiklerinde —ekseriya bir olup diğer çocuklarla kıyasıya kavgaya tutuştuklarından olsa gerektir— cümlesine mukayyet olmak üzere bir mürebbiye tutulmuşmuş!




Evvel zeman içinde Botton Biraderler faslının hikâyesi de tamamlanır tamamlanmaz huzurlarınızda olacak böylelikle...


Cümle eş dost ahbaba selam ve sevgilerimle,

Emine Çiğdem Tugay
)O(

17 Ocak 2011

nadire hanım teyze'ye elveda...

Çocukluğumuz ve dahi ilk gençliğimizin neredeyse tamamına yakın bir kısmını geçirdiğimiz Doğan Apartmanı avlusundan mütemadiyen gelip geçen mutad zevat da hani sanki ailemiz misaliydi... Nadire Hanım Teyzemiz ile Sadi Bey Amcamız... Her geçen gün biraz daha uzaklaşan hayal meyal hatıralar arasında her ikisinin de samimiyet ve nezaketinin o günkü çocuğa tesiriyle hissettirdikleriyse bugünmüş gibi hatırımda...

Henüz konuşmaya başladığım günlerden birinde, Galatasaray Lisesi edebiyat öğretmenlerinden Nadire (Cumbul) Teyze'nin kendisine, "Büyüyünce Çiğdem'in Türkçesi ve edebiyatı iyi olacak," dediğini, annem nadiren de olsa hayretle dile getirirdi. Durma bir "Bak Ebru'ya, bak Yunus'a, bak Utku'ya..." kıyasıyla büyütülmüş bu çocuğun şahidi olduğu yegâne teveccühün hayatındaki yeri ve önemini, Nadire Hanım Teyze'nin aziz hatırasına hürmetle sizlerle paylaşmak istedim.

Bugün Fatih Camii'nde kılınacak öğle namazını (14:45) müteakiben kaldırılacak cenaze merasimine katılamayacak olmanın üzüntüsüyle acılarını yürekten paylaşarak, Sadi Bey Amca şahsında tüm ailesi ve yakınlarına sabırlar dilerim...

Emine Çiğdem Tugay
)O(

* * *
From: Doğan'da Çocuktuk... dogan.da.cocuktuk@gmail.com
Subject: Nadire (Cumbul) Teyze'ye elveda...
Date: January 17, 2011 10:31:01 AM GMT+02:00
To: DOĞAN APARTMANI çocukları
Apartmanımız sakinlerinden Sayın Nadire CUMBUL bugün (16.1.2011) Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Cenazesi yarın (17.1.2011) Fatih Camiinden ikindi namazını [14:45] müteakiben kaldırılacaktır.
Kendisine Allahtan rahmet, ailesine sabır dileriz.
Apartman Yönetimi
* * *
From: YUNUS ENGİNDENİZ
Subject: Re: Nadire (Cumbul) Teyze'ye elveda...
Date: January 17, 2011 11:00:39 AM GMT+02:00
To: dogan.da.cocuktuk@gmail.com
En içten duygularımla mekanı cennet olsun diyorum, eşine sabır diliyorum..

* * *
From: EMREL AYKUT AKALIN
Subject: RE: nadire hanım teyze'ye elveda...
Date: January 17, 2011 2:44:25 PM GMT+02:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com
Merhaba,
Çok üzüldüm. Mekanı cennet olsun inşallah. Doğan apartmanı için önemli bir insandı tek tek yapraklar dökülüyor.

03 Kasım 2010

çalışınca alırım anne...


Annem [Müjgân Demir] anlatıyor:
[...] Bunlardan hiç gözünü ayıramazsın, devamlı bakacaksın napıyor, öteki napıyor diye... Sonra telefon çaldı; ben de telefonla konuşayım dedim, arkadaşım Suzan'dı arayan. Telefonla konuşuyorum; ondan sonra birden bir baktım, başımı çevirdim ki Serdar ayaklarının parmak uçlarına basa basa tellerden [Hatırlıyorsunuz elbette değil mi? Doğan Apartmanı'nın C Bloğu'nda 3. katta No: 33'ün balkonu biz yaramazlara karşı tedbiren boydan boya telle çevrilmişti ya...] yukarıya kadar çıkmış, aaaaa nerdeyse uçacak oğlan, az kalmış; tel ne kadar biliyor musun, neredeyse sizin aynanın üzerine kadar; oraya kadar basa basa çıkmış; aaaa ben şimdi bıraktım telefonu, "Ne yapıyorsun," diye koştum hemen, ordan onu aldım, oradan geliyorum ki arkada "şangur şungur", yüksekçe bir dolabın üzerinde Sümerbank’ın bir tane vazosu var ama üstünün renklerine bayıldım yani çok beğendim ve aldım. Bu da [bendeniz Çiğdem] çıkmış oraya, ordan vazoyu çekmek isterken vazo şangır diye yere, bu sefer ben başımı çevirdim; biri kucağımda, öbürü gelmiş vazoyu kırmış; başımı çevirdim hemen daha bir şey söylemeden bu [bendeniz Çiğdem] dedi ki: “Çalışınca alırım anne,” [...]
)O(

28 Eylül 2010

civcivlere hiciv...

Koson
Rooster, Hen and Chick under Banana Tree

Chick, much only more quietly, then again only, animal sound, bird, farm sound bite


baykuş, kedicik derken eminim ki civcivlerimiz de geldi geçti aklınızdan değil mi? bir dem her ne demeyeyse hepimize birer civciv! sarısı, karası alacalısı... canım kardeşim serdar o kadar çok severdi ki civcivleri iki güne kalmaz severken severken birden elinde kalıverirdi civcivi! haydi mısır çarşısı kenarına bir sefer daha düzenlenir, bir civciv daha alınır derken çok geçmeden benzerdi akıbeti onun da diğerine! zaten cümlemizinki de yaşamazdı pek öyle biteviye... kimilerimizinkiyse nadiren palazlanır tam tavuk olacakken ortadan kayboluverirdi aniden, ebeveynlerin marifetiylen bilmem gerçi ya acep ne oluverirdi hemen? :)
)O(
emine çiğdem tugay