Mualla Anhegger Eyuboğlu (13.3.1919-16.8.2009) ve Robert Anhegger (14.10.1911-27.3.2001) Doğan Apartmanı’nın çatısında, Beyoğlu, 1985. Emine Çiğdem Tugay Albümü. |
"Sevgili Çiğdem ve Serdar'a
Mualla Teyzelerini unutmasınlar
diye…"
imzalamış vaktiyle Doğan Apartmanı’nın çatısında Robert Amca'yla birlikte çekilmiş bir fotoğraflarını...
Nasıl unutabiliriz ki Sevgili Mualla Teyzemizi...
"Anne olmaya vakit bulamadıydım da Müjgân doğuruverdiydi benim yerime," derdi. Hakikaten de ne çok emeği var üzerimizde...
Sabahattin Eyuboğlu’nun (1908-13.1.1973) kızkardeşi Mualla Anhegger Eyuboğlu’na (13.3.1919-16.8.2009) Paris'ten yazdığı tarihsiz bir mektupla* aziz hatırasına hürmetle hasretle selâm olsun…
Emine Çiğdem Tugay
)O(
・・・
Paris, tarihsiz
Bacım nerdesin
Ben seninle türkü söylerim, sen neylersin?
Madem beraber sevmişiz dünyayı
Almış başını nereye gidersin
Dün yollarda aradım seni
Dedim acep şimdi Melanur
Nerelerde ne düşünür
Oturduk bir kahveye beraber
Bir tuhaf yeller esti başımdan
Dört bir yanım kalabalık
Ben sudan çıkmış bir balık
Dünyanın hali gibi duman başım
Bir de baktım kırk yaşıma girmişim
Bir mahzunluk çöktü içime
Sonra ışıklı yüzün geldi karşıma
Geceler hatırladım, telli pullu
Odalar pencereler yeşil boyalı
Köyler hatırladım Mualla bacılı
Tirenler, tıkabasa dert dolu
Sonra bir garip kavak ağacı
Suratsız beton duvarların ortasında
Ben diyeyim Ferhat'ın ahı
Sen de Karacaoğlan'ın Elif'i
Derken Enstitülerden açmışız lafı
Bacım inat ben inat
Susabilirsen sus, yatabilirsen yat
Hoş gör derim, hoş görmez
Boş ver derim, boş vermez
Sevdikçe kızar, kızdıkça sever
Bir de doldu mu gözleri, ver Allahım ver…
Şaka bir yana
Az şeyler görmedik seninle
Gördük nasıl olurmuş Ankara’da
Ev kurması Gördük nasıl yermiş
Hasanoğlan Nasıl belli değilmiş satan satılan
Nasıl yeşerirmiş insan
Ve nasıl biçilirmiş
Şöyleydi böyleydi ama
O kara, bu kara, bu az, şu azdı ama
Beyazdı bacım, beyaz
Hasanoğlan'da gece
Diri diri yeller estikçe
Bir güler yüz
Bir çift anlayışlı göz
Şevk doldururdu içimize
Bir acayip tadı vardı dağların yıldızların
Bir rahatlık inerdi akşamları
Kırık dökük taşların
Yarım yamalak işlerin üstüne
Ama bakma böyle konuştuğuma
Umutlarım yine umut
Kadir kıymet bilinmezmiş bilinmesin
Kara leke silinmezmiş, silinmesin
Bizden memleketi sevmek
Üst yanına boş vermek gerek
Kolay mı köyün kaderini değiştirmek
Olagelen yine oldu
Bir gül açtı soldu
Aslını ararsan dünya bozuldu
Daha da aslını ararsan işin içinde iş var
Geri geri gidiyor ki dünya uzun atlasın
Sular bulandıkça bulandı, durulacak
Kötülerden hesap sorulmadı, sorulacak
Altın buzağı daha yorulmadı, yorulacak
Bizde sınıf mınıf yok malum
Hürriyet, müsavat, uhuvvet hepsi tamam
Ama buralarda anlaşıldı ki gayrı
Zenginle fakirin dünyaları ayrı
Zenginin işi gücü hak yemek
Fakirinse bütün derdi ekmek
Zengin der: Sana insan hakları verdik, daha ne istersin
Fakir der: Onlar senin olsun, ben kendi hakkımı isterim
İlkin herkese ekmek, su, ilaç
Ondan sonra sen ne dükkânı açarsan aç
Geç anladık ama anladık ki nihayet
Uğrunda senin değil, yine bizim öldüğümüz
Hürriyet, adalet, müsavat
Kuru laftan ibaret
Hayrını görmedik senin düzenlediğin dünyanın
Duvarlar ördün önümüze kalın kalın
Biz çalışalım sen yat
Biz dövüşelim, sen fink at
Yeter gayrı nutuk, merhamet, sadaka, hediye
Hakkımızı yeme de ne yersen ye
Kimi zengin anlamış Hanya'yı, Konya’yı
Bakmış ki bu fikir sararsa dünyayı
Post, dost, ruh, beden
Cümlesi gidecek elden
Bir yandan askerleri besliyor, bir yandan papazları
Evet, hürriyet dedik ama diyor
Mala mülke dokunmamak şartiyle
Müsavat dedik, dedik ama
Paradan gayrı işlerde
Uhuvvete gelince, uhuvvet
Yani, hani, sankim, demek isterim
Cümlemiz Allah'ın kulu, evet kulu, ama velakin
Öyleleri de var ki nasıl kardeş dersin?
Velhasılı Melanur
Bu minval üzere konuşulmaktadır
Bütün bunların en tuhafı
Fukara dostu İsa’nın
Zenginlerin elinde alet olması
Kalktım penceremi açtım
Yaz günleri geldi bacım
Bir telaştır almış fukara serçeleri
Beyaz bir bulut yaslanmış karşı dama
Bahçede bir adam kötü kötü düşünüyor
Ben içimi dökerken bacıma
Sarmaşıklar uzanmış odama
Bir de kahve olsa deyme keyfime
Kahve dedim de aklıma geldi
Geçen gün kahvede bir mimar bak ne dedi:
Bazan utanıyorum mesleğimden
Çok defa yaptığımız iş
Rahat etmiyesileri rahat ettirmek
Yapmak değil, belki yıkmak gerek
Sağa dön para, sol dön para
Büyük evler yaptık küçük adamlara
İşte dedim bizde çalışacak mimar
O gün bugündür çirkin geliyor bana güzel saraylar
En güzelinden dahi nefret
Nihayet gösterişten ibaret
Evsiz barksız insanlara inat
Deyip keselim gayrı
Herkesi öp benden ayrı ayrı
Ve mektup yaz
Yaz ki çabuk geçsin
Yaz Sonbaharda balkondayım seninle
Hazır ol geceler gecesi konuşmağa
Abey
_______________* Mehmet Başaran, Sabahattin Eyuboğlu ve Köy Enstitüleri (Tonguç'a ve Yakınlarına Mektuplarıyla), İstanbul (1990)61-65.